27 Nisan 2013 Cumartesi

İSTANBULAZİZ

İstanbul...
İstanbul sevdirir..
İstanbul özletir...
İstanbul düşündürür...
İstanbul yorar...
İstanbul şaşırtır...
İstanbul alıştırır...
Üskudar uslandırır, Taksim hızlandırır.
İstanbul dündür,bugündür,gelecektir...
Her köşesinde ayrı bir manzara, her köşesinde ayrı bir tablo.
Hayatın gece gündüz hiç bitmediği şehir. Bazen kötü kalpli üvey anne, bazen tüm sıcaklığıyla şefkatini sunduğu sıcak bir anne dokunuşu, bazen kırmızı rujlu tüm cazibesiyle göz kırpan kötü kadın.
İstanbul telaşla, aceleyle örter insanlarının üzerini. Herkes hep bir yerlere yetişme derdinde koşa koşa. Ama en güzel keyfi de o sunar, bilir affettirmesini kendini. O koskoca kalabalıkta bazen unutturur her şeyi. Bazen usandırır 'gidicem buralardan' dedirtir. Ama İstanbul öyle kolay bırakmaz. Sevdirir. Alıştırır. Dünyanın ender şehirlerinden olma ayrıcalığını yaşattığındandır ki istenmese de İstanbul, gidilmez, gidilemez...Yakıp yıkılamaz köprüleri, koparıpta atılamaz. Yaşamak için bir neden ararken bulursun İstanbul'da.

Bu kalabalık beni içinde eritiyo dedim. Herkes kötü niyetli dedim, paranoyak oldum. İnsanlar üstüme üstüme yürüyo sandım, herkes gaspçı kapkaççı endişesiyle elim çantamda yürüdüm. Yabancı olduğumu anlarlarsa kazıklarlar beni diye 40 yıldır orada yaşıyomuş taklidi yaptım. Yol tarifi soranlaraysa bilmiyorum demedim dilimin döndüğünü anlattım :) Evde hep hırsız girme endişesiyle kilitledim kapıları balkonu. Bakışları üzerimde olanlaraysa 'bakma bak polis çağırırım' bakışları attım. Telefonumun çantamda olduğunu unutup da cebimde ararken bulamayınca kaybolduğunu sanıp bütün gün gezdiğim yerlerdeki şüpheli insanların kısa filmini çektim, ama tabi çantam da görünce hepsinden geri özür diledim içimden tabii :) Ama ben hiçbir yerde Kız Kulesi'nin salınışı gibi, Galata Kulesi'nin asilliği gibi, Eminönü'nün kalabalığı gibi, İstiklal'in derinliği gibi, Üsküdar'ın huzuru  gibi, Kadıköy'ün kalabalık ama şirinliği gibi, Maltepe'nin sıcaklığı gibi, Sultanahmet'in çeşitliliği gibi, Ortaköy'ün canlılığı gibi, Boğaz Köprü'sünün güzelliği gibi manzaraları başka hiçbir yerde görmedim.
İstanbul böyledir işte gitmek istersin,gidemezsin...
Kalmak istersin kalamazsın...
Gidersin dönemezsin...
Dönersin özletir...

Tüm gidip de dönemeyenlere, kalıp da gitmek isteyenlere...


23 Ağustos 2012 Perşembe

BİR KEZ GİTTİN Mİ ARTIK VATANIN HİÇBİR YERDİR

Kalbin kopmuştur yaşadığın yerden; ama ayakların hâlâ oradadır. Bir umuda bağlıdır belki; köklere, bir göreve, gövdesine kalp çizilmiş bir ağaca… Gün geçer; kalbinle ayakların arasındaki mesafe uzadıkça uzar. Bir türlü bir araya gelemezler ondan sonra…
Oradasındır ama bir geçicilik yerleşir hareketlerine. Taşınmak için toparlanan ama bir türlü taşınamayan evler gibisindir. Eşyaların denklerde; kimi orada kimi burada… Aradığını bulamazsın; bulduğunu yerine koyamazsın.
Etrafındaki renkler değişmiştir. Zihninden şimdiden silinmeye yüz tutmuştur burası. Her şey eskimiştir. Herkesin üstünü görünmez bir toz tabakası kaplamıştır sanki… Sen hariç; sen gidecek olansın çünkü… Her gün geçtiğin sokak yabancılaşmıştır. “Bıktım buradan, gideceğim!” demişsindir her gördüğüne… Herkes önce üzülmüş ama sonra kabullenmiştir müstakbel yokluğunu. Kimileri “gitme” demiştir; kimileri “git, kurtul buradan”…
Günler geçer sen hâlâ oradasındır. Artık kalanlar da gitmeni ister. Seni gördükçe kendi gidemeyişlerini hatırlarlar çünkü…
Emanet bir valiz gibi beklersin.
Gitmeyi kafana koyduğun yerle yaşadığın yer siyahla beyaz gibidir artık. Ya da biri cennet biri cehennem…
Buradaki insanlardan yorulmuş, bu sokaklarda yürümekten bıkmışsındır. Gitsen hep meleklerle karşılaşacaksın ve bacaklarına yeniden derman gelecektir.
Belki hep sıcaktır burası; sıcaktan nefret edersin. Hep soğuktur ya da; soğuk, buraya duyduğun nefretle birleşir. Oysa “orada” ne sıcaktan bunalacak ne de soğuktan titreyeceksindir. Uzaktaki bir sevgiliden söz eder gibi konuşursun.
Otobüsler, trenler, uçaklar ve senden önce gidenler… Aklın hep onlardadır. “Bir gün ben de katılacağım size” dersin, “hele birkaç sefer daha yapın. Belki bir sonrakinde”…
Oysa gidip kurtulabileceğin bir yer yok. Ama gitmenin kurtuluş olmadığını ancak gidince anlayacaksın.
Yeni yüzler göreceksin, gittiğin yerde; yeni sokaklarda yürüyeceksin, yeni aşklara tutulacaksın belki… Onlar da eskiyecek bir zaman sonra. Aslında gideceğin “yeni” bir yer yok. “Yeni aşk” diye bir şey yok. Aynı şeye aşık olur; aynı şeyden bıkarsın.
“Yeni bir ülke bulamazsın.
Bu şehir arkandan gelecektir”*
Bir kez gittin mi artık vatanın “hiçbir yer”dir.
“Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma” *
Yine de bir şehirden kopup da gidememek kadar kötüsü yoktur. Nereye gitsen kurtulamayacaksın; ama git. Gitmek dönüşün ilk adımıdır.

* Konstantin Kavafis – Şehir

16 Temmuz 2012 Pazartesi

McDonald's laştıramadıklarımızdan mısınız?


Hamburger,kızarmış patates ve cola üçlüsünün çılgınca tüketildiği yerlerden biri olan Mc Donald'slardaki  anne şefkati başka hiçbir yerde ve hiçkimsede yoktur diye düşünüyorum. Bi kere 24 saat açık olması bi anne de olmayan enerjinin göstergesi, çünkü anneler geceleri uyur. Dengeli beslenme ve beslenme değerleri de cabası. Çok acıkmış olmalıyım.....işte bunu seviyoruuuuuuuum :))

16 Nisan 2012 Pazartesi

Bazensiler

Bazen birkaç parça eşya ve ufak bi bavulla gidesimiz gelir bilmem ne sokağına,bi düşünsem kasabasına...
Bazen en iyi malzemelerle hayaller inşa ederiz depremlerden habersizmiş gibi...
Bazen çok özlediğimiz insanlar olur, anlar olur da özlememiş gibi yaparız gereği öyledir çünkü...
Bazen tek yıkamalık ömrü olan kıyafetlere benzeyen dostları,sevgilileri uğurlarız yol ayrımında ne de iyi yaparız...
Bazen en büyük acımız sehpaya çarptığımız ayak serçe parmağımızın sızısı olur, bazen de sımsıkı sarılmaların sonundaki vedalar...
Bazen bir şarkı da, filmde, bi cümle de bırakılan izler yıkmaya yeterken o anı, bazen de rüyaların tersine çıkma ihtimali yoktan var eder her şeyi...
Bazen elimizi bırakanları dilimizden düşürmeyiz...
Bazen fersah fersah derinlerde nefes almaya çalışır, bazen de kanatsız bedenlerimizle gökyüzünde süzülürüz mutluluk sarhoşluğundan...
Bazen mutluluğu sevilmeyi bekleyen bi köpeğin gözlerine, bazen de bi dostla içilen kırk yıllık kahvenin hatırına gizleriz..
Bazen çakıl taşları biriktiririz ceplerimiz de gard niyetine...
Bazen en lezzetsiz tatları en leziz tatlar ilan ederiz diyet gereği...
Bazen nisan havası gibi güneş açarız, yağmur oluruz, fırtına oluruz fıtratımız gereği...
Bazen bol yıldızlı gecelere armağan depremsiz sahalar da hayaller kurarızz, sonra da mışıl mışıl uyuruuuuuuuuuuuuz....
 

2 Nisan 2012 Pazartesi

TEKNOLOJİ-Lİ-LİK

Küçükken en sevdiğim çizgi film Jetgillerdi. Rosie diye yaşlı ama her şeyi halledebilen bir robot..Uçan arabalar..Yürüyen yollar..Zaman makinesinin mevcudiyeti..Arabaların katlanarak portatif hale getirilmesi..Kıyafet giydiren, diş fırçalayan, yemek yediren bir şeyler..Fantastik bi çizgi filmdi ve ben her izlediğimde büyülenirdimm... Bunun yanında bir de Taş Devri vardı. Filin hortumuyla bulaşıklar yıkanırdı, Barney ayaklarıyla koşa koşa sürerdi arabayı, telefon ahizesi işlevini kuşlar yerine getirirdi..
Çok eskiden cep telefonunun varlığına inanmak zor gelirken anneannelerimize dedelerimize, hepimiz Nokia 3310 lu nesillerden gelme evlatlar olarak büyüdük. Sonra zaman ilerledi daha da teknolojik hale geldik 6600 lara sahip olduk. İnanmayanlara nispetmiş gibi kocaman demir kütleleri gökyüzünde süzüldü, kolu bacağı olmayan büyük gemiler su üstünde kalmayı becerdi. Fotoğraf makineleriyle ölümsüz anlar yakalandı. Tabi bide pusulanın yerini navigasyon aletleri aldı da diyebiliriiiz..Kalbimiz kadar temiz mektupların yerini son hızda yetişen smsler mailler aldı..Graham Bell bugünleri görse birkaç dokunuşla her şeyi halleden iphone için ne derdi acabaaa?
Artık elektronik aletler birbirleriyle konuşacaklarmış. Telefonumun ve bilgisayarımın beni çekiştirdiklerini düşünemiyorum..Ya telefonum ''Of ne geveze ya bi susmadı'' dersee..Ya da buzdolabı ve çamaşır makinelerinin aralarında geçen konuşma ''-Ne pis boğaz bi insan bu ya 5dk.da bir kapımı açıp duruyo..-Ah sen bide bana sor buzdolabı kardeş laf aramızda, bu inatçı lekeleriyle benim de başım dertte..''derse çamaşır makinesi...Hayıııııııııııırrr!!!!!!
Bence biz Cleopatra'dan daha şanslı bi nesiliz. Çünkü bizde ki teknolojik konfor onda yoktu. Düşünsenize cep telefonları olmadığı için sevgilisi Sezar'dan haber almak için aylarca bekliyodu..Şimdi tak bi mesaj..
Sahip olduğumuz teknoloji ne kadar iyi ne kadar kötü tartışılır...Keşke zaman makinemiz olsa, keşke karşımızdakilerin düşüncelerini görsek, keşke güzel rüyalarımız gerçekleşsee..Bütün bunlar benim yarın ki Endüstri Sosyolojisi vizeme çalışırken aklıma geldi. Endüstrileşme sonucu gelişen teknoloji durmaksızın ilerlerken vakitte ilerliyoo..Aman nasılsa beynnime enjekte edilir bilgiler. Ben bi ışınlanıpta geleyim.......

22 Mart 2012 Perşembe

W. Shakespeare demiş kiiiiiiii

Kendimi her zaman mutlu hissederim.. Neden biliyor musunuz..? Çünkü; kimseden bir şey ummam.. Beklentiler daima yaralar.. Hayat kısadır.. Öyleyse hayatınızı sevin.. Mutlu olun ve gülümsemeye devam edin.. Sadece kendiniz için yaşayın ve; Konuşmadan önce dinleyin, Yazmadan önce düşünün, Harcamadan önce kazanın, Dua etmeden önce bağışlayın, İncitmeden önce hissedin, Nefret etmeden önce sevin, Vazgeçmeden önce çabalayın, Ölmeden önce yaşayın.. Hayat budur. Onu hissedin, onu yaşayın ve ondan hoşnut olun...

21 Mart 2012 Çarşamba

Fotosentez

Ben bir ağacım küllerinden doğan. Dallarımda sarmaşıklarım, beni sıkı sıkı saran ailem,dostlarım.. Gövdemse bütün var gücüyle kökleriyle bağlı bazen çorak bazen verimli topraklarıma..Topraklarım mı? Çok yağmur aldı, güneşi bekledi, kurudu, nadasta...Yoldaki kavşaklarda başka yaşamlarla karşılaşırsın ya gelip sana vururlar arabayla öldürürsün ya da gövden iyileşmesi uzun yıllar alacak yaralarla karşılaşır. Ya öldürürsün ya felç kalırsın...Güçlü gövdenle öldürmek en iyisidir bazen... Boşvermek acıyan merhametini..
Dallarımda dört mevsim..Çiçek açarım sarmaşıklarımı sevindirecek. Bazen esip gürlerim fırtınaların esaretinde. Bazen kuşların yuvasını saklarım içimde. Bazen onların cıvıltısıyla hayat bulurum. Bazen üşürüm ama söylemem, eseflenmem. Özlerim baharı, beni güzel yapan yapraklarımı ama beklerim. Nasılsa kurumayacak mı sonbaharda süpürmeyecekler mi? Yaşamım cömertlik ister bilirim. Kucaklarım kuruyacak yaprağımı da, dökülecek çiçeğimi de, yağmurumu da, inatçı fırtınamı da, aşıkların gövdeme çizdiklerini de. Topraklarımda ki unutmabeni çiçeklerimin arasında yükselirim. Beni yaşatan su sırdaşım, sarmaşıklarım sebebim, dallarım beni var eden görkemim, güçlü köklerimse herşeyim...
Bir ağaçsın o da, sende. Baltalanmadığımız sürece...

İzleyiciler